RUHUN SOKAK GÜRÜLTÜSÜ DÜŞ RİTMİNDE

THE DIN OF STREET SPIRIT SOUNDS IN THE RYTHME OF DREAMS

25 Kasım 2010 Perşembe

Hafıza/Memory: Exarchia






Alex'in simgesel mezarı/the symbolic gravyad for Alex

Athens-Exarchia
ekim-october 2010

I'm still a mutant/Ben hala bir mutanttım!



























photo-action by: Fantom&Işıl

Unfınıshed/Henri Michaux



























Face not saying not playing
not saying yes, not no.
Monster.
Dark space.
Face
reaching,
moving,
passing,
slowing, budding toward us…
lost face.

translated by: David Ball

Eksik
Yüz konuşmuyor oynamıyor
konuşmuyor, hayır söylemiyor!
Canavar.
Karanlık uzay.
Yüz;
menzilde,
hareketli,
geçiyor,
yavaşlıyor, bize doğru patlıyor…
Kayıp yüz.

İngilizceden çeviren: Rıfat Arsen
lithographie: H.M.

London is Burning!









photos by Tayfun Serttaş
25 Kasım 2010/Londra

23 Kasım 2010 Salı

Herbert Marcuse ve Sürrealist Devrim - 4





















Marcuse ile olan fikir alışverişlerimizin ortaya çıkardığı bakış açısı, aslında Telos Konferansı’ndaki diyaloglarımızda kendini önceden belli etmişti. Marcuse “İspanya’daki işçi militanlarla beraber çarpışırken Peret’in şiirleri size ne ifade ediyordu?” şeklinde bir soru yönelttiğinde ona cevabım şu olmuştu: “Rus işçileri tutuklanırken Lenin’in Hegel üzerine aldığı notlar neredeydi peki?”

Kendilerini Yeni Sol olarak isimlendiren ve çoğunlukla Marxistler ve birçoğu Troçkist olmak üzere eski sol aktivistlerin oluşturduğu hareketin temsilcileriyle Sürrealizm ile Marxism arasındaki ilişkiyi sorgulamak konusundaki farklı yöntemlerimiz; tartışmalar, münakaşalar ve karşılıklı kısa bağrışmalar şeklinde cereyan ediyordu. Bize etkinliklerimizde destek olmaya gönüllü olsalar da Marxizm anlayışları gelişmemiş ve sürrealizm konusundaki cahillikleri ise aşikardı.

Bu bağlamda sürrealizmin, Marx’ın ve Troçki’nin sürekli devrim perspektifinin gerekli bir uzantısı olduğunu anlatmaya ve doğrulatmaya çalışıyorduk. Bize göre kültür ve politikanın birbirinden ayrılmaya çalışılması keyfi ve tehlikeliydi; sosyal dönüşümün ancak ve ancak insanın kendini ifade edebilmesi problemi olduğu konusunda kendimizden emindik. Bu yüzden Sürrealist pratik ve şiir yoluyla zihnin özgürleşmesi ve komünist devrim yoluyla proleteryanın özgürleşmesi arasında bir kırmızı bağ* olduğunu düşünüyorduk. Sürrealizm ve Marxizm arasındaki yüzleşmeler söz konusu olduğunda, sürekli olarak paralelliklerin, illiyet bağlarının, bağlantıların ve yakınsaklıkların önemini vurguluyorduk. Bize göre toplumun devrimci kritiğini reddeden sürrealist akımlar, sürrealizmin özüne karşıydı. Aynı şekide sürrealizmin önemini reddeden her Marxist ekol de Kapital’in baskılayıcı aygıtının herhangi bir görünüşünden başka bir şey değildi.

Marcuse’un ancak daha sonradan anladığımız yöntemi ise tam ters bir bakış açısı barındırıyordu. Elli yılı aşkın bir süredir Marxist düşünceyle boğuşan deneyimli bir filozof ve sosyal gözlemci olarak, bir şair ya da devrimci aktivist olmamasına karşın bir üniversite hocası olarak kendini sadece tatktik sorularla boğmak istemiyordu. Yani geniş tabanlı ittifak arayışlarını tanımlamak, ortak eylem için zemin aramak derdinde değildi. Onun şahsi işi -iyi bir Hegelci’nin olması gerektiği gibi- ortak menfaatleri ilgilendiren en temel teorik konulardaki gerilim, uyuşmazlık ve bağdaşamaz çelişkileri tespit etmek ve olası sentezleri ortaya çıkarmaktı.

Yine daha sonraları anladığımız bir başka şey de çok iyi bir dostumuz olan Marcuse’un belli bir çerçevede konuyu tartışmaya çalıştığıydı. Sürrealizmin yarım asrı aşan organize faaliyetlerini değil, son dönemlerde ortaya çıkan görünüşünü ve daha ziyade Frankfurt Okulu ve Alman Komünist Partisi arasında 1920’lerde başgöstermeye başlamış olan Marxizm ve estetik üzerine tartışmaları ele almaya çalışıyordu. Sürrealistler bu tartışmalarda görünüşte bir şeyleri hallediyor; ama genel olarak ek bir şey başaramıyorlardı.

Marcuse’la ile dönem mektuplaşmalarımızda –ki hayatının son demlerine rastgelmektedir- bu tartışmaların özüne indiği görülmüştür. Yani geçmişet genel olarak belli bir özelleşmiş çerçevede ilerleyen tartışmaları bir köşeye bırakırsak, Marcuse sözdinlemez gençliğin Blake ve Lautreamont ve Buggs Bunny ve Kara Müzik’le zehirlenmişliğine hayli yabancı kalmıştır. (Chicago Sürrealist Grubu’nu çalkantılı 70’lerin başında oluşturan hareket.) Her ne kadar aynı şeyi söylüyor olsak da –Marcuse’un ve biz sürrealistlerin de o an anlamadığı daha büyük bir resimde- aynı dili konuşmuyorduk.

* Kırmızı Bağ: Çin Mitolojisi’nde zaman, mekan ve koşullardan bağımsız olarak, kaderin buluşturması gereken şeyleri birbirine bağladığına inanılır.

Franklin Rosemont/H.Marcuse
(Devam edeceğiz)
İngilizceden çeviren:Onur Erbaş

Cthulhus, sir! Thousands of them!




















by Paul Cowdell
SLAG action

http//robberbridegroom.blogspot.com/2010/11/cthulhus-sir-thousands-of-them.html

passport control!



action by: Fantom
S.E.T action

devrimci Alfredo Maria Bonanno serbest kalıyor


Alfredo Maria Bonanno, 1937 doğumlu İtalyan anarşist militan-kuramcı. uzun süredir bir silahlı soygun davası nedeniyle Yunanistan da tutuklu olan Bonanno, ilerleyen yaşı ve yattığı süre göz önünealınarak bu gün(23 kasım-salı) serbest bırakılıyor. Bonanno'nun imza attığı Silahlı Neşe manifestosu, son 30 yılın küresel anarşist hareketinde önemli bri milat sayılmıştır.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Destruction 2011-Yıkım 2011

YIKIM 2011
Concept

There are those who believe that the calendars have come to an end. There are those who believe the planets are going to collide with each other. There are those believing the return of Jesus to life, there are those who say that art has come to its end and the rhythm has stopped, those who believe magnetic anxiety and the end of the century.

Taking our inspiration from the shadows of beliefs and ideologies by opening a black hole in the mirror we are holding with current, acute and surrealist practices, we want to stop the time, at least for a while, and we want you to contribute to this artistic destruction before the coming of the real destruction.

There is no need for a hollow optimism. We are the guests of a planet that has maximum 100 years left. We believe that human race is not superior. We believe that a new list needs to be created for admission of the living creatures to the Noah’s Ark after the flood. With today’s civilization that human race has created , it should be discussed whether this race will be accepted on board or not.

We are taking the concept of destruction into consideration in a broader range of understanding from the individual destruction to ecological, from the destruction of flesh to the destruction of time, from the spatial destruction to spiritual. It is our need to combine the enthusiasm of the utopia and the anxiety of the dystopia in a poetical perspective and to make a passenger list of the new boat of Noah.

The Plan of the Event

Destruction 2011, is going to be an independent event of art which we have discussed and organised its concept for about five months as a group. It is not going to be just an exhibition restricted in a closed space but we will also organize many other acts feeding each other: a discussion platform, performances on the street, blogs, a journal… An exhibition will be held in May 2011 as the peak of these events.


http://surrealisteylemturkiye.blogspot.com/



YIKIM 2011
Kavram

Takvimin bir sonu geldiğine inanlar var, gezegenlerin çarpışacağına inanlar var, kıyametin geldiğine inanlar, İsa’nın dirileceğine inananlar, sanatın sonu geldiğine inananlar, ritmin durduğuna, manyetik tedirginliğe ve yüzyılın sonuna...

Biz tüm inançların, ideolojilerin gölgelerinden alacağımız ilhamla güncel, şiddetli ve gerçeküstü pratiklerle bir an bile olsa zamanı durdurup, tuttuğumuz aynadan bir kara delik açıp, gerçek yıkım gelmeden sanatsal bir yıkıma katılımınızı bekliyoruz.

İçi boş bir iyimserliğe lüzum yok, en fazla 100 yılı kalmış bir gezegenin misafirleriyiz. İnsan ırkının üstün olmadığına inanıyoruz. Yıkımın ardından Nuh’un gemisine canlıların girişi için yeni bir liste yapılması gerektiğine inanıyoruz. Şu anki yarattığı uygarlıkla, insan ırkının bordaya kabul edilip edilmeyeceği tartışılmalıdır.

Kişisel yıkımdan ekolojik yıkıma, etsel yıkımdan zamansal yıkıma, mekansal yıkımdan ruhsal yıkıma taşan geniş bir çizgide kavramı ele alıyoruz. Konunun metafizik, mitolojik ve politik okumalarını gündeme alan; ütopyanın hevesini, distopyanın tedirginliğini, yeni ve şiirsel bir bakış açısında birleştirmek ve yeni Nuh'un gemisinin listesini oluşturmak için.


Etkinlik Planı

Yıkım-2011 etkinliği, S.E.T grubu içinde 4-5 aydır tartışılıp, harekete geçme kararı aldığımız, bağımsız bir sanat eylemidir. Etkinliğe Uluslararası Sürrealist gruplar, ülkeden ve yurt dışından sanatçılar davet edilmektedir. Sadece kapalı salonda tek sergi değil, bir birini besleyen birçok etkinlik düşünüyoruz: bir tartışma platformu, sokak, blog, forum, dergi...

Etkinliğin tepe noktası ise Mayıs 2011 da İstanbul da yapılacak ‘majör’ bir sergi olacaktır.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Başlangıç: Yıkım 2011/Beginning: Destruction 2011





beginning is on the streets
performed by bay perşembe&edok
180 days left to destruction, 14.10.2010/Kadıköy-İstanbul

13 Kasım 2010 Cumartesi

Duygusal Provokasyon/1 no’lu otomatik kayıt dökümü:


bir sabah vakti okula giden çocukların oynadığı el bombaları
tüm dinleyicileri ve tüm izleyicileri kusturan ve haykırttıran
mezarcıya sonsuz boşluklar…

biliyorum hepimiz yalanız
duyuyorum hepimiz çölüz
biliyorum yalanız!

yalan şafakları süsleyen havai fişekler
şeytan uçurtmalarının sattığı koskoca,
koskoca uçurumlar,
uçurumları çepeçevre saran dikenli teller,
dikenli teller içersinde
duygusal provokasyonlar siktir çeker yupilere
ve satılmış burjuvaların polislere götünü siktirdiği
sinema yer göstericileri.


lunaparkları havaya uçurmak isteyen sadist manyaklar
eroin bağımlılarının gözlerinde parlayan
ve eroin bağımlılarının gözlerinde sönen sahte göz kuşakları
5000 yıldan beri saydığım
boşlukta kendi kendine salınan
ve boşlukta var olan ve boşlukta yok olan(var olan ve yok olan)
ruhun uzun gündoğumlarında ve ruhun uzun günbatımlarında
ve ruhun kendi kendini döllediği boş çukurlarda
ve boş çukurlarda var olan
ve yok olan


bu gece
tüm saat kulelerini havaya uçurmamız lazım
bu gece
tüm trenleri raylarından çıkarmamız lazım
bu gece
tüm bankamatiklere boşalmamız lazım
bu gece
tüm sirklerdeki hayvanları serbest bırakmamız lazım
bu gece
tüm yalanları doğrulardan kurtarmamız lazım
bu gece
tüm bebekleri annelerinde kaçırmamız lazım
bu gece
tüm hayvan mezarlıklarını havaya uçurmamız lazım
bu gece
tüm mezarları tüm boş şehirlerle birleştirmemiz lazım !

PS: Duygusal Provakasyon 16 Kasım-Salı gecesi, Peyote alt katta performansta...
www.duygusalprovokasyon.tumblr.com

7 Kasım 2010 Pazar

İ.S. 385 ya da ilk şahit


385 yılı Batı-Hıristiyan(Ortodoks) tarihi içinde ilk kez ‘sapkın’ ilan edilen bir muhalifin, devletçe infazı ile belgelenmiştir. Kuşkusuz kara bir utanç belgesi olarak.

İlk sapkınlar Avila Piskoposu Priscillian ve onun en yakınındaki tılmizleridir. İnsan bedeninin ve dünyanın varlığının şeytani köklerini öne süren, İsa’nın yeniden diriliş mucizesine karşı çıkan, yaratıcı tanrının eksikliğini, acizliğini ortaya koyan Priscillian’a yapılan suçlama büyücülüktür ve kafası kesilerek idam edilir.

Yaratılan tüm korku-terör ortamına rağmen Priscillian yüzyıllar boyunca Galiçya ve Kuzey İspanya bölgesi halkınca ilk şehit olarak saygı görür. Nurcay Türkoğlu’nun ifadesi ile Yunanca’da “şahit” (witness) anlamına gelen “şehit” (martyr) sözcüğü Hıristiyanlar tarafından, ölüme gönderilse bile Hıristiyanlık imanına şahadetini sürdürmekte ısrarlı olanlar için de kullanılmaktadır.


Bu tarihin devamı daha birçok sapkın(heretic) yargılanacak, işkence ile tövbeye zorlanacak ve idam edilecektir. Kuşkusuz bu karanlık sürecin başlangıcında İ.S. 325 yılında toplanan İznik Konsülü(council of nicea) ve aldığı batıla karşı savaş doktrini vardır. Bu hastalık zaman içinde büyüyecek bu gün insanlık tarihinde utanç ve ibret ile andığımız Ortaçağ karanlığına zemin hazırlayacaktır.

385 tarihi bilginlerin, aydınların, Hıristiyan doğmasını kabul etmeyenlerin, iksircilerin ve eliksircilerin ateşte yakılacağı, doğmaları kabul etmeyen herkesin şeytana kulluk ya da cadılık ile suçlandığı dönemin başlangıcıdır.

Rafet Arslan